1. MARAL KÖYÜ MUHTARI (MBİ. ONUR ÜYESİ) HASAN ŞİMŞEK’LE YAPILAN RÖPORTAJDAN ALINTI
(…)
Sınırın çiziminde Süleyman Hocaefendinin rolü…
Bu ara, işte o üstadımız Süleyman Hocaefendi’nin de bu insanlara gayet doğru istikamet göstermeleri olmuştur. İlk başta sınır esasen, şu andaki Camili değil de bizim yaşadığımız Kavtaret Mahallesi imiş. Kvirika tepesi, Kvakibe, Kedastavi buradan aşağı doğru bizim bu Kavtaret sırtlarından aşağı dereye iniyor, oradan Çelistav tepesi, Kayalar’dan küçük yayla şeklinde. Esas sınır, haritada yer isimleri olarak bunlar. Orda bizim o üstadımız direniyor, diyor ki Kavtaret burası değildir, Camili’nin karşısındaki Kavtarettir diyor. Çünkü orada Kavtaroğulları vardı. Kavtaroğlu Dursun diye bir zat vardı orada. O zat da zaten orayı istiyordu. Çhutunetin karşı tarafta kalmasında o etkin olmuştur. Ve Kavtaret burası değil, bakın kavtaroğulları oradadır, Kavtaret orasıdır diye bu 6 köyün böyle kalmasını sağlamıştır.
MBO.: Bu girişimle sınır buna göre mi düzeltilir?
HŞ.: Tabi. Bu sefer bizim sınır komiserimizle Rus tarafı sınır komiseri arasında, bu tartışmadan dolayı bir mutabakat yapılır. Derler ki, o zaman madem oradan geçen Kavtaret burasıdır, hangi aile hangi tarafı isterse onun arazisinden sınır geçer. Şimdi Camili’nin karşısındaki mahalleyi düşünürseniz, vatandaşın arazisine göre sınır çizilmiştir. Mesela o Dursun ağanın bahçesine göre sınır çizilmiştir.
MBO.: Yani karşı tarafı tercih eden bu kişinin arazisine göre sınır çizilmiştir?
HŞ.: Evet. O kişi iki-üç sene sonra oradan apar topar sürülür, köylerin o tarafta kalmasına sebep olan kişi böylece perişan olur.
Bundan sonra bu ülkenin büyüklüğünü anlayamayanlar, bu ülkedeki rahat ortamdan rahatsız olanlar kalkmış siz Hıristiyansınız, size bu yakışır diye şeyler söylüyorlar. Orayı kimse sizden esirgemiyor. Türkiye Cumhuriyeti oraya gitmek isteyen kimseye hayır gidemezsin demiyor ki.
(…)
2. YUKARIDAKİ TESPİTLERİ TEYİT EDEN BİR ALINTI
Bir Sınır Hikâyesi ve Yurt Kavramının Anlamı - Ali Arslan
Üç kıtaya yayılmış Osmanlı’nın devamı, mirasçısı olarak bugünkü sınırlara sahip ülkemizde, sınırların belirlenmesi sürecine ilişkin birçok yaşanmış hikaye anlatılır, değişik portreler çizilir. Uzun yıllar aynı ülkenin (Osmanlı) topraklarında birlikte yaşamış, hayatını buna göre şekillendirmiş halklar, savaşlar sonucunda ortaya çıkan tabloda çeşitli nedenlerle ayrı kalmışlardır.
Bu yeni durumda kimi halklar kalan topraklara göç etmiş, kimi ise bulunduğu yeri yurt kabul ettiği için veya başka çaresi olmadığı için ya da birtakım propagandalara aldanarak ayrı düşmüşlerdir. Bir taraf daha düne kadar su ihtiyacını karşıladığı çeşmesinden, diğer taraf hayvanlarını otlattığı yaylasından ayrılmıştır. Bu sınır hikâyeleri zaman zaman filmlere de konu olmuştur. Örneğin Kemal Sunal ve Metin Akpınar’ın rol aldığı Propaganda Filmi, Güneydoğu sınırının çizilmesiyle ilgili hikâyelerin, traji-komik bir anlatımından başka bir şey değildir.
Benzer hikâyelerin, diğer sınırlarımız, bu arada Kuzeydoğu sınırımız bakımından da mevcut olduğu kuşkusuz… Aşağıdaki (çeviri) yazı da bu sınırımızla ilgili. Ancak karşı tarafta kalanların bakış açısıyla… Artvin’in sınırdaki yöresi veya vadisi Macahel (Camili) ile ilgili olan yazı, Tiflis’teki Kafkasoloji Enstitüsünün, Kartça çıkan dergisinde, kaynak belge olarak yayınlanmış. Macahel vadisi, 18 köyden oluşuyor ve sınır belirlemesi sonucunda (ki bu konuda halkın tercihleri rol oynamış) 6 köy bu tarafta, 12 köy diğer tarafta kalıyor. Kişisel hatıra aktarımı şeklindeki yazıda Macahel’in bir arada olduğu dönemdeki yaşam tarzı ve özellikle bölünmenin gerçekleşmesinden sonra karşı tarafta yaşananlar, komünist yönetim, göç etme, geriye dönme konuları nispeten objektif bir şekilde anlatılıyor ve sonuçta özgür olmayan topraklarda, orasını “yurt” kabul ederek kalmadan duyulan pişmanlık, veciz bir şekilde vurgulanıyor.
Sanırım zamanıdır…(me gonia droa)
İyi hatırlıyorum o mutlu dönemi, Macahel vadisi bir aradaydı ve o zamanki Gürcistan düzenlemesine tabiydi (?). Karçhal’ın dağları kayalıktır, burada halk ancak küçükbaş havyan yetiştirebiliyordu, yaşamı da fena değildi. Bizim köyün Karçhal dağının karşı tarafında yazlık yaylalarımız vardı, ki oradan avuç içinde gibi Şavşat ve Ardanuç’un yüksek yerleri görünüyordu. Maalesef 1921-1922 yılları geldi ve Macahel’in büyük bölünmesi gerçekleşti, o yaylalar ile altı köy Türkiye tarafında kaldı. Bu pakt (anlaşma) iki tarafı büyük bir düzensizliğe gark etti. Kavtaret köyünün halkı bir şekilde Gürcistan’ın sınırlarına girmeyi becerdi, fakat yaylaları kaybettiler. O zaman kimse tahmin etmiyordu, yeni düzenin bu kadar kanlı olacağını…
Yıllar geçiyordu, belaya bela ekleniyordu, vergilere vergi. Örneğin her üç ayda bir et vermemiz gerekiyordu, beslenen hayvanlara göre yağ, yün, ipek ve tütün. Buradan halk gümüş para alıyordu. Bu desteği de aldılar ve parayla borçlandırdılar. Buradaki halk dehşete düştü ve Sovyet iktidarına şüpheyle bakmaya başladı.
1935-1937 yıllarında bize kolektif düzen geldi ve halktan topraklarını tamamen aldılar:
Toprağı zorla aldılar
Kolektiflere verdiler
Halkı köleye-esire çevirdiler
Kazakistan’a da sürdüler
Kavtaret köyünde kim kendi isteğiyle Gürcistan sınırlarında kaldıysa, daha o zaman altı kişiyi yakaladılar ve kurşuna dizdiler. Sonra tüm köyü kaldırdılar ve Orta Asya yolunu gösterdiler. Şansına Gorgazet ile Sapikriyet ayrıldı. Birçok Gürcü merhametsizce öldü yabancı topraklarda ve geriye dönmek mümkün olmadı. Bu üç köy bugün de boşalmış vaziyettedir. Askerlerle birlikte kendi evimi buldum, dikenler-otlar her şeyi örtmüştü, fevkalade içim koptu. Bizim ocağımız (ailemiz), gerçekte o zaman sürülmemişti, ama devamlı korku içinde olmaktansa, karşı tarafa geçmeyi seçtik ve hayatımızı da koruduk. Bu 8 Eylül 1939’da oldu.
Ondan sonra uzun bir süre geçti. Ben tekrar yurduma geri döndüm. Birçok şey iyi yönde değişmişti, halk da biraz nefes almıştı, fakat kolektife herkim bulaşmışsa. Yani bu olduğu sürece, köylünün belini doğrultması yazılı değil. Gerçeğe önce bakalım ve köylünün kendi malvarlığını istemesine yol verelim. Bugün ne oluyor:
“Çoktan ısındı, soğuk yok,
İlkbahar gelmiş,
Kolektifler renk değiştirmiş,
Ticari olmuşlar
Herkes teyakkuz halinde
Geri kalan ileri gidiyor
Bu kolektifi niye bozmuyorlar
Bunu bir anlatsana!
Sanıyorum, zamanıdır, boşalmış köylere bakalım, ayağa kaldıralım, canlandıralım. Ama bu gerçekleştirilemez, ta ki önce köylülerin toprakları, kendi özel mülkiyetlerine geçirilmezse ve bu lanetlenesi kolektif yaşam tarzı bunu vermez.
Otuz yedi yıl yabancı diyarda yaşadım. Nerdeyse bulduğumuz herhangi bir yerde yaşam kurduk, güçlendik, kuvvetlendik, öküz-inek edindik, kendimize ait çiftçilik yaptık ve böylece nefes aldık. Türkiye’de kolektifliğe geçiş düşüncesi yok, özgürce yaşıyorlar, herkes elinden ne geliyorsa yapabiliyor. Gurbette her şeye sahiptik, yurt dışında. Bu sevgimiz 18 kişiyi geri döndürdü. Ama neye yarar, evlatlarımı komünist diktatörlüğe katamadılar ve on sekizden on dördü tekrar yurtdışına sürüldü.
Şimdi düşünüyorum da yurt dahi cehennem gibi olur, eğer ona özgürlük güneşi yansımıyorsa.
İbrahim Goradze.
Amiran Dergisi, 2005.
http://www.gamarcoba.com/Yazilar.asp?goster=dos&id=102